
İRAN
Fotoğraflarla İran Gezisi
İran'da Anadoluyu Yaşamak
Acem türkülerini dinlerken, aklınıza hiç İran'a dair sorular takıldı mı? Samed Behrengi ve Ömer Hayyam okurken düşündük mü İran'ı? İran'a gitme fikri, aslında doğuyu gözlemleme ve hissetme fikri ile başladı diyebiliriz.
Gitmeden önce gerekli araştırma ve rota planlarını yaptık. Ama yine de kafamızda oluşturulan İran paradigmalarından olsa gerek, üç kadın ve bir erkek olarak çıktığımız yaklaşık on günlük gezi öncesinde kafamızda soru işaretleri oluşmuştu. Bir tedirginlik ve muğlaklık hali vardı, açıkçası. Kafamızda, kadınların çalışma hayatında ve günlük yaşamın içinde, sokaklarda, parklarda, çarşıda, lokantalarda vs. yer almadığı, sadece gözlerin gözüktüğü kara çarşaflarla dışarıya çıktığı, erkeklerin dört kadınlı evlilikleri, her tarafı camilerle ve sakallı mollalarla dolu vs. gibi ön yargılarla İran'a gitmek üzere yola çıkmıştık. Ancak, daha ilk günden itibaren, hemen hemen her iş yerinde kadın çalışanların yoğunluğu, çok eşliliğin olmaması, sokaklarda, parklarda kadınların saçlarının büyük bölümünün açık halde ve makyajlı şekilde dolaşması, erkeklerin sakalsız ve gençlerin modern görünümlü halleri, yaklaşık on gün boyunca, bir-iki defa ezan sesi duymamız, umduğumuzdan ve bizim ülkemizde olandan çok daha az sayıda camiye rastlamamamız, ön yargılarımızı çoktan kırmıştı bile.

İran gezi ekibi

İran'lı öğrancilerle
Mayıs 2009’da, Hakkari / Yüksekova / Esendere sınır kapısını geçip, Urumiye ve Tahran'a olan yolculuğumuz sırasında taksi ve otobüste, insanların bize olan ilgisi ile ilk sıcaklık oluşmaya başlamıştı. İlk izlenimlerimizden biri gelir adaletsizliğinin gözle görünür derecede azlığı, idi. Bir de halkın, Atatürk ve Türkiye'den gelenlere olan ilgi ve güveni. Bir kadının şah döneminden kalan parayı sakladığı yerden çıkarıp öperek ve şah ile Atatürk'ün iyi ilişkilerinden bahsedip, gözleri dolarak çok samimi şekilde bizi evine davet etmesi, aslında başladığımız yolculuğun ilk gününde dahi İran'da nelerle karşılaşacağımızın ipuçlarını bize vermişti.
Tahran'da, İstanbul'dan daha da yoğun olan trafik ve bu trafiğe rağmen insanların sakinliği dikkat çekiciydi. Tahran'da Aliyof adlı bir Azeri taksici ile gün boyu gezimizde insanların gösterdiği sıcaklık ve ilgi gerçekten de doğunun insana dönük olan yüzü idi. Tahran'ın sarayları, parkları, mesire yerleri, müzeleri, anıtları, meydanları gibi bilindik turistik yerlerini dolaşmaktan öte, insanlar ile sokakların ruhunu hissetmek, çocukların ve genç kızların sohbet etmek için sürekli bizimle ilgilenmeleri Tahran gezisinin en keyifli yanlarıydı.
İsfahan, dünyanın yarısı imiş gerçekten de. Özellikle parklarının ve yeşil alanlarının yoğunluğu, dünyanın en büyük meydanına sahip olması, sallanan minaresi, sarayları, müzeleri, camileri, hayatın en canlı yaşandığı köprüleri, nehri, yaya yollarının araç yollarından bile geniş olması, gelişmiş yaya hakları, kapalı çarşı tarzı pazarlarının güzelliği ve ihtişamı görülmeye değer. Meydanları ve sokaklarında genç kız ve erkeklerinin yoğunluğu ile modern giyimli halleri, kentin önemli bir yanı idi. Burada da yaptığımız sohbetler ve insani ilişkiler bizi doğuya daha yakınlaştırdı.
Kashan ve Abyaneh gezilerinde de, turistik yerler hariç, ara sokaklarda halkın yaşam alanlarında dolaşmak ve o havayı solumak benzersiz bir deneyimdi. Şimdi çayhane yapılan hamamların mistik havası, park ve bahçelerinde ağaç ve orman düzenlemelerinin yoğunluğu etkileyiciydi. Abyaneh'deki köylülerin düğününe rastlamamız ise bizim için bir şanstı. Renk ve çiçek ağırlıklı desenli giyimli kadınları, bol paçalı pantolonlu erkekleri, kendine özgü sokakları diğer yerlerden farklarını pekiştiriyordu.
Yazd ise; gizemli bir yolculuk idi bizim için. Yazd'e giden herkes için denileni yapıp arka sokaklarında kaybolduk. Sanki binlerce yıl öncesinde bir yolculuktu bu. Dışarıdan bakıldığında hayat yokmuş gibi görünen kentin, duvarlarının ardında kocaman bir hayat olduğunu gördük. Toprak renkli kent Yazd ve insanları bizi büyüledi diyebiliriz. Şehrin görülmeye değer camileri, eski ve çok gelişmiş su sistemleri (qanat), serinletici rüzgar sistemi (bargid), diğer tarihi ve turistlik yerleri.
Zerdüştlerin tapınakları, kilometrelerce uzakta ıssız bir dağın tepesinde. Ağustos ayında gelecek Zerdüşt hacıları bekleyen, yalnız bir hayat (Chak Chak), ölülerini doğadaki hayvanlara sundukları sessiz kuleleriyle, iyilik, sevgi, barış felsefesiyle Zerdüşler ve kentin emekçileri, hepside muhteşemdi.
Şiraz'da karşılaştığımız, Bahrooz adlı arkadaşın bizimle iki gün boyunca hiçbir maddi çıkar ve beklenti olmaksızın ilgilenmesi, ayrılırken gözlerinin Ömer Hayyam'sız İran'a ağlamaklı dolması bizi de etkiledi. Şiraz'ın bağlarında o günlerine dair rubailerini anlatan şarap tadının tekrar gelmesini, Fahrad'ın şarkıları eşliğinde bize anlatan Bahrooz; İran'da halkların ve emekçilerin nasıl umut olabileceğini gösterdi bize. Şiraz'ın İsfahan'a benzeyen parkları ve yeşil alanları, Servinaz ağacının görkemi, Persapolis antik kentinin büyüsü ve çocuklarının güler yüzlülüğü en etkileyici kent haliydi.
Tebriz, bir Azeri kenti olarak, dil konusunda en rahat dolaştığımız ve karşılıklı anlaşabildiğimiz yerdi. Alışveriş yaparken satıcıların çok samimi şekilde para almak istememesi, Van'a araç ararken taksicinin ve esnafın bizi misafir etmek istemesi, ayrılırken insani bir yanımızın İran'da olduğunu gösterdi.
İran'da sokaklarda dolaşmak, halkla iletişim kurmak sanki bize Anadolu'nun otuz yıl önceki halini anımsattı. Sezen Aksu'nun şarkısında dillendirdiği gibi "ışığın doğudan yükseldiğini” ve paranın az girdiği yerlerde çıkarsız ilişkilerin yoğunluğunu gördük. İran tabularımızı, paradigmalarımızı ve önyargılarımızı yıkan bir ülke oldu. İran halkları ise bize bizi yakınlaştırıp ve Anadolu halklarının doğudan yansıyan yüzünün aydınlığını sundu.
“Dünyayı süslediler, bir şey kalmadan.
Bu süslere inanma, akıl olmadan.
Giden de çok dünyadan, gelen de ama;
Sen payını al ondan, o seni almadan !”
(Ömer Hayyam)
Zerdüştlük ve Chak Chak Tapınağı
Zerdüştlük inancına göre, “Zer”, kabuk ve aura anlamında insanı içine aldığına inanılan enerji, “düşt” ise sarı, altın anlamına geliyor. Zerdüşt ise Zerdüşlüğü yaymaya çalışan kişi, altın ışık anlamında kullanılıyor. Ahura Mazda'nın sözlerini ve inanışını yaymaya çalışıyor.
Ahura Mazda aslında Zarathustra adlı bir rahip olarak geçiyor, Yunanlıların ona Zerdüşt demesiyle sonraları bu isim kullanılmaya başlanıyor. Zerdüştlük inancına göre, Ahura Mazda kötülüğü simgeleyen Ehrimen’e karşı mücadele ediyor.

Chak Chak Dağları

"Ateşgeede Tapınağı"
Faravahar sembolü
En yakın yerleşim birimine 100 km’den fazla uzakta olan Zerdüşt Tapınağını, Zerdüştler her yıl bir gün haç ve dini törenler amacıyla ziyaret etmekteler. Bu tapınağa varana dek kilometrelerce yol boyunca bozkır yolar, toprak rengi ıssız dağlar eşlik ediyor.
Chak Chak dağları olarak anılan bu bölgede, tapınağa varıldığında da dışarıdan öyle dikkat çekici herhangi bir şey belirmiyor. Sadece sarp bir diklikte dağa uzanan merdivenler. Aşağıdan bakıldığında hiçbir anlam verilemeyen bu tapınak, yukarı çıkılıp, içeri girildiğinde işlevini belli ediyor. Zerdüştler her yıl 14-18 Haziran'da buraya tören yapmaya geliyorlarmış.

Chak Chak Templa 'Kutsal Ateş'
Yukarı çıktığınızda Ahura Mazda ve Zerdüşt duaları ile bezenmiş duvarlar, küçük bir toplanma yeri ve insanların ayinler için bir araya geldiklerini mekanı görüyorsunuz. Yukarıda Küreyişin kapısından geçiliyor ve içeride bir Zerdüşt Rahibi duruyor. İçeride kutsal Zerdüşt ateşi yanan bir platformla karşılaşılıyor. Ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahiptir. Bu inanca göre, ateş bütün varlıklarda bulunur ve canlı ve cansızlarda farklı biçimlerde var olur.
Zerdüştlerin kıbleleri aslında güneş. Doğal elementleri kutsal sayarlar ve bu elementler (su, toprak, hava, ateş) kirletilmekten korunur. Bununla ilişkili olarak ateşe, aydınlığa veya Güneş'e bakılarak ibadet edilir. Zerdüştiler yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması gerektiğine inanırlar. Bu yüzden ölülerin cesetlerini defnetmek yerine üstü açık kulelerin çatılarında akbabalara ve doğal etkenlere karşı korumasız bir şekilde bırakırlar. Ama günümüzde İran rejimi tarafından bu yasaklandığı için “Sessizlik Kuleleri” yanında yapılmış olan mezarlığa cenazelerini gömmekteler.

'Sessizlik Kuleleri'
ölülerin konulduğu çukur

Sessizlik Kuleleri
Aslında yaygın inancın aksine Zerdüştiler ateşe tapmazlar, ancak ateşi yüceltirler onu kıble kabul ederek ateş önünde dua ederler. Zerdüştiler dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar. Ateş Ateşgede denilen tapınaklarda yakılır ve ateşe üflemek öldürülmeyi gerektirecek kadar büyük bir günahtır.
“İyi düşün, iyilik yap, iyi ol“ felsefesine sahip olduklarını söyleyen bu insanların değişik ritüelleri bir yaşantıları var. Temelinde Mitra olan bu inanış binlerce yıldır sürüp bugüne kadar yaşamayı başarmış. Sayıları her geçen gün azalan Zerdüştlerin bir kısmı da ülkemizde Mardin bölgesinde yaşamaktalar. (Ezidiler olarak biliniyorlar)
Bu tapınakta kasedeki ateş hiç söndürülmüyor. Tapınakta depolanan yağ ile bunu sağlıyorlar. Ateş kasesi yanında şeker ve bazı yiyecekler var. Tapınağa bir çok tapınakta olduğu gibi ayakkabı ile girilmiyor.
En ilginç olan ise bir yıl boyunca sadece bu ateşi söndürmemek için burada kalan bir rahibin olması ve bu kişinin hac dönemine kadar bir yıl boyunca toplumsal ilişkilerden uzak, izole bir hayat yaşaması.