
KÜBA
Fotoğraflarla Küba Gezisi
Videolarla Küba Gezisi
Küba Hakkında Birkaç Not
1920’lerden itibaren ABD şirketleri, Küba tarım topraklarının yarısından fazlasına ve madenlerine hakimmiş. ABD, Küba’yı hammadde ve sanayi ürünlerini satabileceği pazar kaynağı olarak görüyormuş. Küba’nın temel üretim kaynakları olan şeker, tütün ve işlenmemiş minerallerin fabrikalarda işlenip piyasaya sürülmesi bile ABD’nin belirlediği şekilde oluyormuş. En önemlisi ise mafya, günlük hayatın her alanına hakimmiş. Küba, içki, kumar ve fuhuş turizminin merkezi haline gelmiş. Yani Amerikalıların gözünde Küba, bir günah adasıymış. Amerikan mafyasının işlettiği kumarhane, kulüpler, genelevler ve otel sahipleri ve yandaş Kübalıların ceplerinde birikiyormuş. Bu durum, 1950’lerde Batista döneminde en üst seviyeye çıkmış. 1950’lerin sonunda sadece Havana’da 270 genel ev ve 11.500 seks işçisi varmış. Bu durum Küba’da devrimin nasıl başladığını anlamak için önemli.
Devrimden sonra ABD ve Uluslararası ilişkiler uzun bir süre gergin gitmiş. 1980’de, devrimin 21. yılında beklenmedik bir politik kriz olmuş. Küba’daki 6 kişi Peru elçilik binasına arabayla kamikaze yapar. Bu sırada konsolosluğu korumakla görevli bir polis ölür. Peru’nun sığınmacıları iade etmeyeceğini duyurması üzerine, Fidel, Küba polislerini elçilik binasını korumaktan geri çeker. Kapısında giriş engeli olmayan Peru Konsolosluğu bahçesine Küba’dan gitmek isteyen binlerce insan yığılır. Fidel, ülkeden gitmek isteyen, kendi kelimeleriyle “devrim karşıtlarını gitmeleri konusunda engellemeyeceğiz” diyerek, politik bir strateji yürütür. ABD’de toprağına ayak basan Kübalıları politik mülteci yaptığı için, 6 ayda 125,000’den fazla Kübalı Miami’ye hücum eder. Bu arada bu politik bir strateji kapsamında serbest bırakılan hapishanedeki suçlular ABD’ye gitmiş olur. Bunun farkına varan ABD mülteci alımını durdurur ama iş işten çoktan geçmiş.
1991’de SSCB’nin ve reel sosyalizmin yıkılışı ile Küba’da büyük bir ekonomik kriz başlamış. Tabi ki bunda en büyük rol ABD ve Uluslararası ambargoda. Ekonomi küçülmüş ve devlet gıda desteğini bile yapamaz olmuş. İnsanlara dağıtılan gıda ürünleri neredeyse yarı yarıya kesintiye uğramış. ABD ve Uluslararası ambargoda herhangi bir gevşeme olmadığı için, yaklaşık beş sene boyunca çok büyük gıda sorunu yaşanmış. Ama buna rağmen Küba teslim olmamış ve sosyalizmden vazgeçmemiş. Ayrıca Alexis ile yaptığım görüşmelerde ve sonra yaptığım incelemelerde de gördüğüm üzere, Küba kentlerde ve kırlarda “Doğal Tarım”, “Permakültür” ile gıda sorununu önemli ölçüde azaltmış. Tarım hakkında bilgi veren Alexis, Havana’nın sebze ihtiyacının yüzde 80’inin kent bahçelerinden sağlandığını söyledi. Baklagiller, patates vb. diğer gıdaların çoğu ise kent dışı tarım alanlarından sağlanıyormuş. “Küba’da Kent Tarımı” başlıklı Sinan Kunt tarafından yazılan kitap (Yeni İnsan Yayınevi) bu konuda değerli bilgiler sağlamaktadır. Ayrıca bu konuda yapılmış olan Türkçe altyazılı belgesel film olan “Power of Community: How Cuba Survived Peak Oil”i ilgilenenler buraya tıklayarak izleyebilir. (Tıkla izle: Halkın Gücü: Küba) Bu film Küba halkının bunalımla baş ediş sürecindeki yaratıcılığını, dayanışmasını, mücadelesini ve çektiği zorlukları anlatıyor.
Küba’da Fidel’e ve silah arkadaşları Raul Castro, Che Guevara ve Camillo Cienfuegos’a karşı ülkenin kurucuları olarak büyük saygı ve sevgi var.
Peki Küba yoksul mu? Nereden ve nasıl baktığınıza bağlı. UNESCO’nun yoksulluk tanımına göre, barınma, gıda ve beslenme, giyecek, ulaşım, sağlık ve eğitim, ısınma gibi temel ihtiyaçları karşılayamama durumu yoksulluk olarak görülüyor. Küba’da insanların evleri var, devlet her ay gıda ihtiyaçlarının %40’nı karşılıyor, eğitim ve sağlık hizmeti ücretsiz, iklim koşulları nedeniyle yakacak ihtiyacı yok. Pirinç, şeker, yumurta gibi temel ihtiyaçları da devlet, insanlar kolay erişebilsin diye sübvanse ediyor. Müzik, sanat anayasal hak sayılıyor ve konserler, tiyatrolar ya bedava ya da çok uygun fiyata. Şehir içi ulaşımlar hemen hemen ücretsiz gibi bir şey. Kübalılara devlet her ay et, süt, pirinç gibi temel gıda yardımı yapıyor. Devlet insanların yaş ve sağlık durumlarına göre belli şablonlar çıkarmış, herkesin beslenme ihtiyacına göre bu durum değişiyor. Bu durumda UNESCO’nun yoksulluk tanımına göre, Kübalılara yoksul demek uygun olmuyor. Ama tabi temel ihtiyaçlar dışında tanımlanabilecek ihtiyaç kalemleri ise görece kişiye göre öncelik sıralamasında farklı yerlerde sıralamaya girer. Bu anlamda internet, bilgisayar, akıllı cep telefonu vb. şeyler gibi birçok şey henüz herkes için ulaşılabilir değil. İnternete erişim hala çok sınırlı, evlerde yok, ücretleri de erişilebilir değil. Ama yavaş yavaş bu sıkıntının aşılacağı söyleniyor. Küba’da beşer yıllık planlama da öncelikli konular ele alınıyor. Tarım, bina restorasyonları vb. gibi. Havana dışındaki birçok yerde zaten halkın yaşamının çok etkileyici güzellikte olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz. Havana ise turizminde etkisiyle yavaş yavaş dejenere olmaya , eşitliksizliğin yaşanmaya başlamış olduğu bir yer durumuna gelmeye başlamış. O yüzden Küba’ya turistik amaçlı ziyaret yapanların bir kısmı olumsuz izlenimlerle dönebiliyor.
Küba’daki sistemin en çok övgüyü hak eden, 2 konusundan biri eğitim, diğeri de sağlık olduğundan onlara da değinmek lazım.
Eğitim; Bütçesinin %10’undan fazlasını eğitime ayıran Küba’nın eğitim konusunda başardığı şeyler özetle: Devrim öncesinde %36 ile 42 arasında bir yerde olduğu bilinen okur-yazarlık oranı bugün %99,9 olmuş. Üstelik içi boş bir okur yazarlık oranı değil. 1998’de (ülkede ekonominin en kötü olduğu zamanlarda) UNESCO’nun yaptığı bir performans testinde Kübalı öğrenciler 350 puanlık bir ortalama ile Latin Amerika ülkelerinin 250 puanlık ortalamasını geçmişler. Ayrıca, ilkokul müfredatında salsa, tiyatro gibi dersler de var. 12 öğrenciye 1 öğretmen şeklinde bir yapılanma var. (Ki bu durum dünyanın en iyilerinden biri) Eğitim her döneminde (üniversite dahil) tamamen ücretsiz. Kız çocuklarının ve kırsalda yetişen çocukların da eğitim sistemine eşit katılımı sağlanmış. 18 yaşa kadar eğitim zorunlu.
Sağlık; Sağlık hizmetleri de Küba’da tamamen ücretsiz. Küba müthiş doktorlar yetiştirmiş. Üstelik bu durum, bunca imkansızlıklara ve ilaç ve gıda dahil uygulanan ambargoya rağmen. Küba’da 100.000 kişiye 627 doktor, 94 diş hekimi düşüyormuş. Bu müthiş bir istatistik. Amerika’da bu sayılar 225 doktor, 54 dişçi şeklinde.

Rehberimiz Erdal (sağda)
ve Küba gezi ekibi

Yerel rehberimiz Alexis ile
Şimdi gelelim bizim deneyimlerimize;
Biz 13 arkadaş Küba’ya gittik. Tamamen kendi olanaklarımızla ve planlamamızla gittik. Küba’da bir dönem okuyup eğitim alan Erdal arkadaşımızdan bir Küba gezisi planlamasını istedik. Amacımız en fazla 8-9 kişiydi ama sonra bu sayı 13 oldu. Yaklaşık 10 günlük bir planlama yaptık. Moskova üzerinden gidiş dönüş biletini kişi başı yaklaşık 600 dolara aldık. Ama Rusya ile yaşanan kriz sırasında bu bize pahalıya mal oldu. Birazdan ona da değineceğim.
Küba’da havaalanında pasaport kontrolünden geçerken görevliler pasaporta isterseniz damga vuruyorlar. İstemezseniz damga vurmuyor ve damgalı bir kağıt veriyorlar. Genellikle çoğu insan ABD vizesi alamama korkusu nedeniyle pasaportun damgalanmasını istemiyor. Biz iki kişi damgayı pasaporta vurmasını söylediğimizde görevli bizi yüzündeki coşkulu ifadeyle karşıladı.
Orada bize Erdal ile birlikte, Erdal’ın Küba’da üniversiteden arkadaşı Alexis rehberlik yaptı. Alexis ile Küba ve sosyalizm üzerine epey sohbetler ettik ve mevcut durum hakkında yerinde bilgiler almış olduk. Bir başka avantajımızda konaklama, yeme-içme, alış-veriş vb. şeyleri çok ucuza yapmamız oldu. Aynı zamanda turistik yerlerin dışında birçok yeri görme fırsatımız olmuş oldu.
Küba’dan dönüşümüzde büyük bir macera yaşadık. Rusya Havayolu şirketi uçak saatini öne almış ama bize ne mail ne de telefonla bilgi vermemişti. Bu durumu Rusya ile yaşanan krize bağladık. Çünkü biz hariç değişen uçak saatini herkes biliyordu ki, bizden başka uçağı kaçıran yoktu. Son gün internete bakıp (ki internet Küba’da çok yetersiz) kontrol etmediğimiz için bu saat değişikliğinden bilgimiz olmamıştı. 2 arkadaşımız biletleri bizden çok sonra aldıkları için onların biletlerindeki saatler doğru saatlerdi. Biz onların uçuşunu farklı bir uçuş olarak yorumladığımız için onları önden yolcu ettik. Havaalanına gittiğimizde sürprizle karşılaştık: uçak çoktan gitmişti. Rusya ile yaşanan kriz sebebiyle Rusya Havayolu şirketine sorunumuzu anlatmaya çalıştığımızda yüzümüze bile bakmadılar. Çözüm bulamadığımızdan yeni bilet almak için bütün havayolu firmalarını dolaştık. Zaten o dönemde İstanbul’a direk uçuş yoktu. THY aktarmalı en erken uçuş Küba Havayolunun İspanya uçuşu idi. Ama kredi kartı ile alışveriş olmadığından nakit parayı toplamamız gerekiyordu. Paramız yeterli değildi ve ATM’lerden en fazla 100 dolara denk gelen Küba parası çekilebiliyordu. En azından öğrenciler çalışanları göndermek için ATM’lerden çekebildiğimiz kadar para çekip toplayabildiğimiz kadar parayı topladık. Bunları dolara çevirdik. Ama biz bunları yapana kadar aktarmalı biletler satılmıştı. Şunu eklemeliyim ki; bu arada Küba Havayolları çalışanı kadının bize can siperane yardım etmeye çalışması bizi çok duygulandırdı. Ertesi güne kadar havaalanında yattık ve yine mecburen Rusya Havayolu şirketinden var olan 7 kişilik bileti aldık. 4 kişi yine kalmıştık. 4 kişi önce Madrid’e gittik ve geceyi Madrid Havaalanında geçirdik. Aktarma bileti ertesi gece olduğu için bir günde Madrid’de gezmiş olduk. Böylesine maceralı bir Küba turumuz oldu.
Bir küçük ayrıntı daha; Küba’ya indiğimizde bir kadın arkadaşımızın valizi kayıptı ve dönene kadar sırt çantasındakilerle idare etmek zorunda kaldı. Veee dönüşte havaalanına gittiğimizde ilk sürpriz; valiz oradaydı.
Konaklama ve ulaşım; Kübalıların evlerinde kalmak, konaklama çözümü olmasından öte, Küba’da yaşanabilecek en manalı deneyimlerden. Çünkü bu konaklama alternatifi Kübalıların hayatlarına daha yakından bakabilmenin ve Küba’yı anlayabilmenin en iyi yolu. Casa particularlar, yani pansiyon evler, Küba’ya karışmanın en güzel ve ekonomik yolu. Her sokakta yığınla casa particular var. Birçok Küba yerleşim yerinde (turistik yerler dışı da dahil) Kübalıların evlerinde kalmanızı öneriyoruz. Ulaşımı ise şehirler arası ulaşımda, iki adet 8’er kişilik minibüs kiralayarak çözdük. Şehir içi ulaşımda, özellikle Havana’da halkın kullandığı otobüsleri kullandık. Bu hem deneyim açısından hem de Kübalıları ve onların yaşamlarını gözlemlemek açışından çok iyi oldu. Otobüsler kuruşunda kuruşu gibi bir şeydi. Yani ücretsiz gibi bir durum.
Yeme içme; Deniz ürünleri ve Latin Amerika yemeklerine ağırlıklı ve çok leziz. Aynı zamanda turistler için bile uygun sayılır. Eğer deniz ürünleri ve Latin Amerika yemeklerine uzak bir tercihiniz varsa, genel olarak tavuk, pizza ve makarna dahil ortak yiyecek bulunan birçok restoran mevcut. Biz özellikle yerel halkın kullandığı yerleri tercih ettik. Kaldığımız yerlerde sabah kahvaltısı yaptık.
İnternet; İnternete girmek için bir ya da 5 saatlik kontör kartı satın alınıyor veya wifi bulunan bir yere gidip bağlanıyorsunuz. WiFi sadece bazı otellerde ve parklarda var, zaten oralar da kendini kaldırım kenarında oturmuş telefonlarıyla oynayan insanlardan hemen belli ediyor.
Alışveriş; Özellikle puro ve rom Küba’ya özgü ve çok güzelini, çok uygun fiyata bulmak mümkün. Ama sınırlı sayıda alınabiliyor. Kredi kartı ile alışveriş yapılmıyor.

Biraz da gezdiğimiz yerlerden kısaca bahsedelim.
Havana
Neo-klasik ve 19. Ve 20. yüzyıl mimarisinin güzel örnekleri olan sokaklarında gezmek yapılacak en güzel şeylerden biri. Devrimden sonra Küba’ya uygulanan ambargo nedeniyle Havana’da zaman donmuş. Eşyaları, hayat ritmi, binalar, alışkanlıklar, her şey çok orijinal.
El Capitolio; 1929’da yapılan binanın en önemli yanı Beyaz Saray ile benzerliği Küba’nın Amerika korumasındaki eski diktatörlerinden Gerardo Machado tarafından 1926’da yaptırılmış.
Calle Obispo; Obispo Caddesi, Eski Havana bölgesinde bulunuyor. Araç trafiğine kapalı; burada da alışveriş için birçok mağaza, el işi yapan dükkanlar, kitapçılar, müzeler, eczaneler ve güzel mimariye sahip evler var. Havana’nın en büyük caddesi.
Old Havana (Habana Vieja); diye geçen ve içinde Plaza de Armas, Plaza Vieja, Plaza de San Francisco, Plaza del Cristo ve Plaza de la Catedral yapıları da olan alan bölge, UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne girmiş. Hem tarihsel açıdan hem mimari açıdan görülmeye değer bir yer. Old Havana’da önemli birkaç meydan var ve bunlar “plaza” diye geçiyor.
Plaza de la Catedral (San Cristóbal Katedrali); diğer adıyla “San Cristóbal Meydanı”. Katedralin bulunduğu meydanda Zanja Real isimli Havana’nın ilk su kemeri de var. Buradan San Cristobal Katedrali’nin saat kulesine çıkılıyor. Katedralin biraz ilerisinde de Ernest Hemingway’in müdavimleri olduğu barlardan biri olan Bodeguita del Medio var. (Empredrado Sokağı) Ernest Hemingway buraya mojito içmeye gelirmiş.
Devrim Müzesi; Eski Başkanlık Sarayı olan Museo de la Revolucion müzesinin büyük kısmı fotoğraflardan oluşuyor. Devrim ile ilgili kişisel eşyalar var (özellikle gerillalarla ilgili).
Callejon de Hamel’in yerden göğe grafiti ile dolu duvarlarla örülü sokakları görülmeye değer. Genellikle pazar günleri rumba (Afrika’nın tangosu) yapılıyor.
Malecón; Havana’nın bir tarafında eski binalar, diğer tarafında kayalık ve deniz sahil yoluyla uzanan sahil şeridi. Kübalıların sosyal hayatının önemli bir kısmı burada geçiyor. Kübalılar kendi eğlencelerini kendileri yaratıyorlar. Dans edenler, müzik yapanlar, şarkı söyleyenler, balık tutanlar, sadece oturanlar. Eski Havana’dan başlıyor, Habana Centro’dan Vedado’ya kadar uzanan bir sahil şeridi. Malecón Caddesi’nde Plaza Armas’a yakın bir yerde “Fundador de la Republica de Turquia” (Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu) ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” yazılarıyla 2008 yılında bir büst dikilmiş Mustafa Kemal Atatürk büstü var.
Plaza de Armas (Silahlar Meydanı); Havana’nın en eski meydanlarından, yapımı 1520’lere dayanıyor. Askeri amaçlar için kullanılmış bir bölge. Şimdi ise çevresinde bir sürü tarihi binasıyla, insanların dolaşmaya, alışveriş yapmaya geldiği bir meydan haline gelmiş. Plaza de Armas’ın bir özelliği de tam ortasında pazar günleri hariç her gün ikinci el kitap satan bir pazar kurulması. (Kitaplar genellikle İspanyolca)
Plaza Vieja (Eski Meydan); Burası da ilk açıldığında askeri girişimler için kullanılsa da sonradan insanların alışveriş yaptığı bir yere dönüşmüş. 1835 yılından beri böyle kullanılıyormuş. Barlar, dükkanlar, kafeler var. Meydanın bir yerinde müzik yapanlar görmek mümkün. Kübalıların neşesini, rahatlığını, danslarını görebileceğiniz bir meydan.
Calle Mercaderes; Mercaderes Caddesi araçlara kapalı bir cadde. Müzeler, alışveriş yerleri ve restoranlar var. Müzeler genellikle heykel, resim gibi el sanatlarıyla ilgili müzeler ve müzelerin büyük bir kısmı ücretsiz.
Hotel Nacionel (Otel Nacionel Küba); zenginliğin sembolü olmuş bir yer. Şu an devlet tarafından işletilen otel devrim öncesi Havana’nın en meşhur kumarhanesine sahipmiş ve mafyanın da genel merkezi konumundaymış. Godfather (Baba) filmine da konu olan meşhur mafya zirvesi Havana Konferansı burada yapılmış. Otelin ünlü konuklarının bazıları: Winston Churchill, Jimmy Carter, Frank Sinatra, Ava Gardner, Rita Hayworth, Mickey Mantle, Johnny Weissmuller, Buster Keaton, Jorge Negrete, Agustín Lara, Rocky Marciano, Tyrone Power, Alberto Simões, Rómulo Gallegos, Errol Flynn, John Wayne, Marlene Dietrich, Gary Cooper, Marlon Brando, Ernest Hemingway, Jean-Paul Sartre, Yuri Gagarin.
Vinales
Vinales Vadisi; dünyanın en iyi purolarının tütünleri yetiştiren tarlalarla dolu. Vinales Milli Parkı’nda Palmarito Vadisi ve Los Aquaticos’ta at turları yapılıyor. At turu; tütün nerede ve nasıl yetiştirilip, nasıl kurutulup, nasıl puro yapıldığını görebileceğiniz bir tur aynı zamanda. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunan Vinales Vadisi, barındırdığı bio çeşitliliği, kendine has yer yüzü şekilleri, geleneksel yerel yerleşimleri ve Küba’yı dünyada puronun ana vatanı yapan tütün plantasyonları, at üstünde gezisinden doğa yürüyüşlerine, tırmanıştan dalışa türlü aktiviteleriyle Küba’da yaşayabileceğiniz en güzel deneyimi vaat ediyor. Ana meydan ve kilise etrafında 1875’de kurulan Vinales Köyü, küçücük bir yer. Burada da kolonyal mimarinin en güzel örneklerinden bazıları bulunuyor. Vinales; kahve, tütün, şeker kamışı, portakal ve avokado gibi zirai ürünlerin en eski ve en geleneksel şekilde üretildikleri alanlardan birisi. Prehistoria Muralı’nı, Los Aquaticos Köyü’nü, San Miguel ve Indian Mağaralarını görmek için de en kısa yol buradan geçiyor.
Mural de la Prehistoria; Vinales’in 4 kilometre uzağında, Frida Kahlo’nun eşi, Meksikalı ünlü sanatçı, ressam ve mural ustası Diego Rivera’nın öğrencisi Leovigildo González Morillo’nun tasarımı olan ve dağın 180 metre uzunluğundaki tüm bir yamacı boyunca devam eden devasa muralını görebilirsiniz. 1961 yılında yapılan “Mural de la Prehistoria” adlı eser üzerinde 18 kişi dört sene boyunca çalışmış.
San Miguel ve Indian Mağaraları; Vinales merkezin 5,5 kilometre kuzeyindeki Indian Mağarası, 1920’lerde keşfedilmiş ve elektrikle aydınlatılmış mağaranın içine motorbotlarla girip gezebiliyorsunuz. San Miguel Mağarası ise, San Vicente Vadisi’nde giriş kısmında bir barı olan küçük bir mağara. Gündüzleri sıradan bir bar olan mekân pazar geceleri hariç diğer günlerde geceleri 22.30’dan sonra gece kulübüne dönüşüyor. Mağaranın öbür çıkışında da bir restoran var.
Salto de Sorao; Aslında turistik olmayan ama şelalesi ve doğası harikası bir yer. Alexis sayesinde burada yaşadığımız deneyim müthişti. Şelaleden çıktıktan sonra mutlaka tropikal meyvelerden tatmanızı öneririm.
Trinidad
Arnavut kaldırımlı sokakları, 2 katlı küçük evleri, iç ısıtan yerel mekanlarıyla sizi içine çeken bir yer. Evler için İtalya’dan mermerler, Fransa’dan kiremitler, Almanya’dan yer döşemeleri getirilmiş. Plaza Major meydanı dünyanın her köşesinden gelen malzemelerle yapılmış. Şehrin rengarenk evleri, kolonyal mimarisi tarzında. Dantelli ev süsleri, beyaz kolalı masa örtüleri, güneş şemsiyeleri Trinidad’ı daha da romantik bir yer yapıyor. Şehrin tarihi dokusunu ve estetiğinin korunmasını sağlamak için evlerin rengine bile devlet karar veriyor, devlet boyuyor. Kolonyal mimari malikaneler ve şehrin yerlisinin yaşadığı küçük, renkli evleri bir arada barındıran Arnavut kaldırımı sokaklarda dolaşmak çok keyifli.
Cienfuegos
Küba’nın güneyinde bulunan şehir 2005 yılında UNESCO’nun koruması altına alınmış. Renkli binaları ile herkesi büyüleyen Cienfuegos şehri Fransız mimarisine sahip. Aynı zamanda Cienfuegos Küba’nın en verimli topraklarından birisine sahip olma özelliğine de sahip. Şehirdeki tarihi yapılardan, Palacio Ferrer Kubbesi 1918 yılında mimar Donato Pablo Carbonell tarafından yapılmış. Bir başka tarihi yapı da, 1978 yılında ulusal anıt listesine alınan Teatro Tomas Terry. Bu şirin şehre gittiğimizde sokaklar müzik festivali nedeniyle cıvıl cıvıldı. Akşamları müzik ve dans halkın da katılımı nedeniyle kenti tam bir karnaval havasına sokmuştu. Tabi biz de epey eğlendik.
Santa Clara
Che Guevara’nın şehri denilebilir. Bunun en büyük nedenlerinden biri, 1958’de Che Guevara önderliğindeki 340 kişilik gerillanın, halkın da desteği ile, 3900 kişilik rejim ordusunu yenmesi ve bunun takibinde Amerika destekli diktatör Batista’nın ülkeyi terk ederek kaçması. Bu zaferde Che Guevara’nın bizzat yönettiği baskında, Batista’nın Santa Clara’daki güçlerine asker, silah desteği yapan trenin raydan çıkartılarak güçlü silahlara el konulması ve askerlerin esir alınması çok büyük rol oynamış. Santa Clara’da görülecek yerlerden birisi bu trenin bazı vagonlarının sergilendiği açık hava müzesi, diğeri de devrimi tüm Güney Amerika’ya yaymak için gittiği Bolivya’da 1967’de öldürülen Che Guevara ve silah arkadaşlarının 1997’de bulunup Küba’ya getirilen anıt mezarı.
Son sözümüz tabi ki;
VİVA CUBA!