
LÜBNAN
Fotoğraflarla ve videolarla
Lübnan (Beyrut) Gezisi
Lübnan Hakkında Genel Bilgiler
Vize isteniyor mu: istenmiyor,
Para birimi: Lübnan Paundu (LBP),
Pahalı mı: popüler yerler ve turistik bölgeler pahalı ama çoğunluğu ara sokaklarda uygun yerler de mevcut.
Lübnan’a ve Beyrut’a iki kez gittim; ilkinde (2006), Suriye’de binlerce mültecinin göçüne tanıklık yapmadığım zamanlardı, yani savaş öncesiydi. Şam, Halep, Palmiyra kentlerini rahatça gezdiğim, insanların huzurlu, Hıristiyan ve Müslüman halkların bir arada yaşadığı dönemlerdi. Damaskus’dan (Şam) sınırı yürüyerek Lübnan’a giriş yapmıştım.

2006
İkinci gidişim ise 2019 tarihinde oldu. Bir ülkeye gidişi planlıyorsan, oranın geçmişini bilip, bulunduğun zamanda da tarihi yerleri gözünde canlandırarak sokaklarını adımlamak, orayı hissetmenizi sağlar. O nedenledir ki Beyrut tarihi hakkında kısa notları okumamızda fayda var.
Beyrut'un tarihi hakkında birkaç not;
Beyrut ismi ilk defa MÖ 15. yüzyılda kullanılmış. Beyrut ismi "wells" anlamına gelen Caananite-Fenike kelimesinden "bee-root" kelimesinden türemiş. Şehir ilk defa M.Ö. 14'te Roma kolonisi haline geldiğinde öne çıkmış. Antik çağda, şehir Berytus olarak biliniyormuş ve resmen Colonia Iulia Augusta Felix Berytus olarak tanınıyormuş. Roma döneminde, Beyrut hukuk okuluyla ünlüymüş. Roma dönemindeki orijinal Beyrut kenti, şu andaki El-Ashrafieh tepesindeki bölgede yer almaktaymış. Roma kenti, MS 551'de bir dizi deprem ve bunun sonucunda oluşan gelgit dalgası nedeniyle temelden yıkılmış. Beyrut, MS 635'te şehri işgal edildikten sonra Müslümanlar tarafından yeniden inşa edilmiş. Osmanlı yönetimi altındaki Beyrut, Filistin ve Suriye arasındaki büyük bir kıyı alanının başkenti olmuş. Beyrut Amerikan Üniversitesi, 1866'da kurulan Lübnan'daki en eski üniversiteymiş. 1900’e gelindiğinde, Beyrut, Arap gazeteciliğinin lideri olarak görülüyormuş. Beyrut resmi olarak 12 mahalleye ayrılmıştır. Beyrut, I. Dünya Savaşı'ndan sonra müttefik güçler tarafından işgal edilmiş ve Lübnan’a bağımsızlık tanınana kadar 1920’den 1943’e kadar Fransa'nın egemenliği altındaymış. 1970’lerde Arap-İsrail çatışmaları sonucu Lüban’a gelen Filistinlilerin, dolayısı ile Müslümanların sayısının artması sonucu istikrar bozulmaya başlamış, Hıristiyan-Müslüman mücadelesi 1975’de iç savaşa dönüşmüş. 15 yıl yaşanılan iç savaşta çok büyük hasarlar alan Beyrut’ta kurşunlanmayan neredeyse tek bir bina kalmamış. Bir yandan da iç savaş sırasında ve sonrasında İsrail ile gerginlikler ve çatışmalar bitmemiş. En son 2006’da İsrail-Lübnan krizi sırasında İsrail hava saldırıları şehri daha da harabeye çevirmiş. Savaş öncesi, Şiiler, Sünniler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Ortodokslar ve Dürziler hep birlikte, medeni bir şekilde yaşamış. Şimdilerde de yaşamaya devam ediyorlar.
Bir çok kişinin kafasında Ortadoğu, dendiğinde güven açısından soru işaretleri oluşur. Beyrut da böyle bir coğrafyada olduğundan, hemen söylemeliyim ki gayet güvenli; dört gün boyunca gezdiğimiz yerlerde, hırsızlık, toplumsal baskı ve taciz gibi rahatsızlık verici bir sorunla kesinlikle karşılaşmadık.
Tarihinde birden fazla iç savaş geçirmesine rağmen, her seferinde toparlanıp, savaşın izlerini silip ortak yaşama devam etmişler. Hıristiyan ve Müslüman topluluklarının yaşam izlerini ‘Beyrut’ta çok iyi görüp gözlemleyebilirsiniz. Şunu da söylemeliyim ki, yaşam kalitesi iki toplulukta birbirinden apayrı uçlarda. Kültür farklılıkları her alana yayılmış durumda. Birbirine paralel sokakların biri çok temiz ve bakımlıyken (genellikle Hıristiyan Mahalleleri), diğeri tam tersi bakımsız ve çöp içinde. Resmi dil Arapçanın yanında, ülkede Fransızca ve İngilizce de iyi konuşulan diller arasında. Müslüman kesimde İngilizce, Hıristiyan kesimde ise Fransızca eğitime öncelik veriyorlar. Beyrut aynı zamanda Ermeni ve Dürzi topluluklarının yaşadığı bölgeleri de barındıran bir kent. Dönem dönem yaşanan savaşlara rağmen, yaralarını sarıp bir arada yaşamayı öğrenmiş bir topluluklar cenneti Beyrut.
Aynı zamanda Beyrut, zıtlıklar ve çelişkilerle dolu, çok canlı bir şehir. Şehrin karmakarışık yaşam tarzı ve havasına rağmen, şehri ziyaret etiğinizde Beyrut'a hayran oluyorsunuz. Beyrut şehri, canlı, çok kültürlü, çekici ve keşfetmeye değer bir rota. Kuşkusuz, Ortadoğu'daki en ilginç yerlerden biri diye düşünüyorum.

2019
Lübnan Gezimiz
Geziyi planlarken gideceğimiz kişi sayısına göre, otel yada Airbnb’den daire kiralayarak kalacak şekilde ayarlıyoruz konaklamayı. Beyrut gezimizde altı kişi olduğumuz için Airbnb’yi tercih ettik. Konaklama da, bir diğer dikkat ettiğimiz nokta, şehir merkezine kolay ulaşabileceğimiz mesafede olmasıydı. (otobüs, tramvay vb. araçları kullanmak açısından). Bu durum, kenti yürüyerek keşfetmek, gece geç saatlerde dönüş vs. içinde büyük bir kolaylık sağlıyor. Biz, Airbnb vasıtasıyla burada (tıklayınız) kaldık.Birinci gün, sabah saatlerinde ‘İstanbul Havaalanı’ndan THY ile Beyrut Havaalanına ulaştık. Küçük, şirin bir havaalanı, bizi karşıladı. Taksi için dışarı çıktığımızda, taksi şirketine bağlı çalıştığı anlaşılan bir kişi ısrarla bizi götürmeye çalıştı. Sıkı bir pazarlık sonucu 25 dolara kalacağımız adrese götürdü. Yani sıkı pazarlık Lübnan için de geçerli.
Tam da toplumsal protestoların, ekonomik ve sosyal patlamaların yaşandığı bir sürecin içindeydik. Her yer, “2013/Gezi Alanı” gibiydi. Başta gençler olmak üzere her sokakta eylem vardı. İnsanlar, ‘Martyrs Spuare’ Meydanını çadırlarla doldurmuş, her akşam forumlar, dinletiler, toplantılar yapılıyor, sonra da sloganlar eşliğinde yürüyüşler yapılıyordu. Beyrut merkezde bulunan ‘Beyrut Parlamento Binası ve bakanlıkların bulunduğu meydan ve Rolex Saat Kulesi alanı dikenli tel, beton duvar ve askerler tarafından korumaya alınmıştı. Turistler de dahil kimseyi içeri bırakmıyorlardı.
İlk gün, “Downtown”da sırasıyla, Mohammad Al Amin Camiini, Nijmeh Meydanı ve içindeki Barış Anıtını, Hamra Caddesini gezerek, meydanda kurulan eylem çadırlarını ve akşam yapılan forum, dinleti ve protestoları gözlemleyerek, günü tamamladık.
Tüm bunların ışığında kalan günlerimiz için kendimize bir gezi rotası programı yaptık. Beyrut ve tarihi yerleri gezmek üzere önümüzdeki günleri planladık. Beyrut’ta yaşayan, Türkiye’den giden Mardinli bir çoğunluk olduğunu öğrendik. Bunların bir kısmının, resmi ve Uber tarzı taksicilik yaptıklarını, bizim içinde bunun iyi bir olanak olacağını düşünerek, telefonla ulaştığımız Mehmet abiyle irtibata geçtik. (İstediğinizde telefon numarasını verebilirim.)
İkinci gün, verilen saatte kapıdaydı, Mehmet abi. İkinci gün programında görülecek yerler arasında olan “Baalbek”, Roma harebelerinin olduğu, antik kentle başladık gezimize. Beyrut’a iki saatlik mesafede ‘Bekaa Vadisi’nde yer alan (Şam sınırına yakın ve yaklaşık 15 km) tarihi kalıntı, iyi korunmuş olmasıyla bizleri hem şaşırttı, hem de mutlu etti. Oradan ayrılıp, tarihi şarap evine gittik. Burayı da görmenizi isterim. Bir sonraki durağımız yine Bekaa Vadisinde yer alan ve hala kazı çalışması devam eden diğer antik kent Anjar kalıntılarıydı.
Bekaa Vadisi dendiğinde, aklımıza hemen, bir dönem Hizbullah örgütünün illegal dönemlerinde askeri eğitim aldıkları yer gelir. Günümüzde Hizbullah’ın siyasi olarak parlamentoda yer almasıyla, kamp olarak kullandıkları Bekaa Vadisi, tamamen yapılaşmaya açılmış ve halen Hizbullah’ın etkin olduğu bir yerleşim alanına dönüştürülmüş.
Beyrut’ta insanların anlattıklarına göre, Hizbullah’ın parlamentoda ciddi söz sahibi olmasından kaynaklı, internete yapılan zamların ateşlediği protestolar, hükümetin geri adım atmasına rağmen ve Hizbullah’ın baskılarına karşın halen devam etmekteydi.
İlk gidişimde (2006) Filistin kampına da gitmiştim. Burası Filistinli göçmenlerin yaşadıkları evlerde dahil, ciddi bir yoksulluk ve görüntü kirliliği içindeydi. Ülkelerinden uzakta yaşam mücadelesi verir haldelerdi. Kampı ziyaret etmek çok kolay olmamıştı. Girişte bulunan güvenlik askerler tarafından sağlanıyordu. Özel izinle saatlik geziliyordu ve bize söylenen gerekçeleri güvenli olmadığıydı. İlkinde izin verilmemişti. İkinci gidişimizde pasaportlarımızı vererek (bir saatten fazla pasaport incelendi ve çıkışta almak üzere el konuldu) taksiyle ara sokaklara çok girmeden, ara ara inip sohbet ederek, fotoğraf çekebildiğimiz kısa bir gezi yapabildik.
Günün sonunda, akşam yemeğimizi bu kentin girişine yakın olan “Al Shams Restaurant”ta yedik. Yerel tatlardan humus ve et yemekleri çok güzeldi. Ortadoğu mutfağını barındıran burasının ikramlarını da saymazsam olmaz; yedi çeşit tatlı, iki büyük tabak meyve çeşitleri, lavaş vs. Günü Beyrut’ta zengin yaşamı temsil eden binalar, kafe ve restoranların bulunduğu “Corniche” adlı yaklaşık 5 km uzunluğundaki sahil yolunu gezerek tamamladık.
Üçüncü gün, ilk durağımız dünyanın en büyük dikitlerini (en büyüğü 8,2 metre) barındıran mağarası olarak bilinen Jeita Grotto mağarasıydı. Genel uzunluğu yaklaşık 9 km civarındaymış. Yaklaşık 750 metresi ortaya çıkarılmış, Karstik kireç taşlarından yıllar içinde oluşmuş devasa sarkıtlar, dikitler ile güzel zaman geçirdik. Ancak fotoğraf çekmek yasak olduğu için bu güzellikleri paylaşamıyoruz. İçeriye kamera, fotoğraf makinesi, cep telefonu sokmak ve kullanmak yasaktı. O nedenle burada fotoğraf makineleri ve cep telefonlarını dolaba bırakmanızı istiyorlar. Jeita Grotto, farklı zamanlarda ve tesadüfen bulunan, 2 katta yer alan, 2 galeriden oluşuyor. Salı-Pazar, 09.00-17.00 arasında geziye açık ve giriş 12 €. Fiyata mağara girişleri ve alt mağaradaki tekne turu dahil, bu nedenle gezi boyunca biletinizi atmayın. Makinelerimizi alıp üst mağaradan çıkıyoruz. Alt mağaraya isterseniz yürüyebilirsiniz veya tren aracı kullanabilirsiniz. Mağara girişinde Dr. Nabil Haddad'ın heykeli yer alıyor. Girişte tekrar makinelerimizi dolaba koyup içeri giriyoruz. Mağaranın tabanı su ile dolu ve yaklaşık 10 dakika süren bot turu yapılıyor. Su ve ışıklandırma gerçekten çok güzel ama yine bu güzellikleri paylaşamıyoruz. O nedenle mutlaka gidin.
Jonieh deniz tatili için de kullanılan bir bölge. Burada otellerin de yoğun olduğunu göreceksiniz. İkinci durağımız Jonieh’te yer alan Harissa tepesi yani Meryem ana heykeli (beyaz renkli bronz heykel ve 15 ton ağırlığında) ve hemen yan tarafında yer alan modern yapılı Maronit Kadetrali’ni göreceksiniz. Teleferikle çıkılan Harissa (600 m) yükseklikte, oldukça dik bir çıkışla Meryem ana heykeline ulaşıyorsunuz. Heykelin dış kısmında gittikçe daralan merdivenlerinden, en tepeye çıktığınızda hem inanılmaz Jounieh Koyu görüntülerini, hem de bu noktada ibadet eden insanları göreceksiniz. İbadet için gelenler, ayakkabılarını en altta ilk basamakta bırakıp, en tepeye kadar yalınayak çıkıp dua ediyorlar.
Harissa'dan sonraki durağımız, Cebeli Lübnan vilayeti. Yani kale ve içinde yer alan tarihi kent. Byblos (Jbeil) Antik Kenti. Kentin tarihi MÖ. 7000'e kadar gidiyor. Kesintisiz yaşamın günümüze kadar sürdüğü dünyanın en eski şehri olduğu düşünülüyor. Şehrin bir diğer önemli özelliği ise Finike alfabesinin doğduğu yer olmasıymış. O dönemde de önemli bir liman şehriymiş, ticaretle uğraşıyorlarmış ve ticareti kolaylaştırmak için alfabe üretip yazıyı kullanmışlar. Limandan başlayarak çarşısını ve sokaklarını geziyoruz. Kiliseler, camiler, kale, Fosil Müzesi (Byblos Fossil Museum) gibi görülecek birçok yeri olan şehri keyifle gezebilirsiniz En eski Caminin ve kilisenin yan yana yer aldığı kale içi, kafelerin, restoranların, hediyelik eşya dükkanlarının yer aldığı tarihi dokuda bir kent.
Kaleyi ve kenti arkamızda bırakarak Beyrut’ta kalenin tersi noktada, halk plajına yakın Pigeon Rocks’a (Güvercin Kayalıkları) doğru yola çıktık. Derler ki, gün batımını en iyi buradan seyredilir. Bizde öyle yaptık gün batımı için yiyecek ve içeceklerimizi alarak kayalıklarda yerimizi aldık. Dendiği kadar vardı. Gün batımı Beyrut’ta Güvercin Kayalıklarından izlenir. İsterseniz tekneyle kaya oyuklarında gezinti yapabilirsiniz. Biz kayalıklarda gün batımını izlemeyi tercih ettik.
Dördüncü gün ise tabii ki Beyrut’a gelip de müzeleri gezmeden, gitmek olmazdı. Uçuşumuz akşam saatlerinde olduğu için merkezden ayrılmadan program yaptık. Yerel turizm haritasında ve internette yazılana göre renkli merdivenlerin (St. Nicholas Stairs) bulunduğu “Mar Nicolas” bölgesine, oradan da Mineral Müzesi ve Ulusal Müzeye gitmek üzere çıktık yola. Kaldığımız bölgeye yakın olması açısından, yürüyerek önce renkli merdivenlere gidelim, dedik. Bakımlı ve lüks bina ve sokak aralarından geçerek ulaştığımızda, o da ne!!! Renksiz merdivenlerle karşılaştık. Önce yanlış yere geldiğimizi düşündük. Orada bulunanlara sorduğumuzda, doğru yerde olduğumuzu ama zamanla yağmur vs etkisiyle renklerin gittiğini, bir daha da boyanmadığını öğrenmiş olduk. Bize de epey bir sokak arası görüp, mahalle arası kafelerde çay ve kahve içmek kaldı.
Oradan ayrılıp yürüyerek Mineral Müzesine doğru gittik. Fransız okullarının ve elçiliğinin olduğu bölgede bulunan müzeyi, mutlaka görün, derim. Farklı ülkelerden getirilen binlerce değerli taşın sergilendiği müzede, bir tanede Türkiye’den (Muğla) çıkarılan taşı görebilirsiniz. Gezi öncesi ya da sonrası taşların oluşumunu anlatan milyonlarca yıla dayanan videoyu da izlemeden çıkmayın. Taşların albenisinden sıyrılarak kendimizi zoraki dışarı attık. Zamanımız daralıyordu, o nedenle çok yakınında olan Ulusal Müzeye gittik.
Yani demem odur ki;
1-Mineral Müzesini
2-Ulusal Müzeyi
3-Byblos Antik Kentini
4-Baalbek Roma Harabelerini
5-Anjar Kalıntılarını
6-Şarap Evini
7-Jaita Mağarasını ve
8- Harissa Meryem Ana Heykelini görmenizi,
9- Teleferiğe binmenizi,
10-Ermeni yerleşim alanı olan Bourj Hammoud bölgesindeki, çeşitli baharat dükkanların ve tradisyonel el işi dükkanlarının yer aldığı Marad Caddesinin mistik havasını solumanızı,
11-Oldukça modern, şık evlerin olduğu sahil şeridinde gezmenizi,
12-Güvercinlik Kayalarından güneşin batışını izlemenizi,
13-Eski kentin yerleştiği meydandan aşağı bölgeyi,
14-Hamra Caddesini,
15-Beyrut Amerikan Üniversitesini ve
16-Cephesi tamamen kurşun izleriyle kaplı iç savaşın sembolü binayı ve hala savaşın izlerini taşıyan, kurşun ve top atışlarının harap ettiği binaları, caddeleri görmenizi,
17-Tezat yapıda şık ve yoksul sokaklarda kaybolmanızı,
18-Sembol yapılarından olan Beit Beirut’u,
19-Ağırlıkla Durzilerin yaşadığı Chouf bölgesini,
20-Beyrut’un en büyük alışveriş merkezi Beirut Souks’u görmenizi,
21-Falafel ve humusu tatmanızı ısrarla öneriyorum.